İnsanı ölüm ve ötesinin hakîkatine vâkıf edebilmek; ne cehâlet karanlığıyla bulanık beşerî bilgilerin, ne vesveselerle karışık sakat felsefelerin, ne de ipe sapa gelmez bâtıl kanaatlerin kârıdır. Ölüm karanlıkları, böylesine “kısa mesafe” ışıklarıyla aydınlatılamaz.
Vahiyden feyizlenmeyen nâkıs bir aklın kırık dökük bilgileri ve nefsânî telâkkîleriyle ölüm ve âhiret vâdisinde dolaşmaya kalkışmak, ebedî hayatı büsbütün tehlikeye atmaktır. Zira ebediyet yolculuğuna dâir ilâhî dayanaktan mahrum beşerî bilgiler ve bozuk mantıklar, tabut gölgesinde eriyip gitmeye, kabir karanlıklarında çürümeye mahkûm olan faydasız sermayelerdir.
Ölümler, sessiz ve kelimesiz derslerdir ki; duygulu ve hassas gönüllere en fasih sözlerden daha tesirli bir ibret ve hikmet sergiler. Ölüm, lisân-ı hâliyle, derin bir sükûta ne muazzam mânâlar gömmüştür…
Kur’ân ve Sünnet ikliminde, ölümün tefekkürüyle aydınlanmamış bir hayat, karanlık bir musîbet gecesinden farksızdır. Ebedî saâdet güneşi; ilâhî beyanlar ışığında bir ömür sürüp müsterih bir vicdanla âhirete intikâl etmesini bilenlerin ufuklarından doğar. Ecel rüzgârıyla savrulan ömür harmanında Hak’tan gâfil olanlara ise, ne arkalarında bıraktıkları dünya ağlar, ne de karşılarına dikilen âhiret tebessüm eder!..
Değerlendirmeler
Henüz değerlendirme yapılmadı.