ÇEVİRENİN ÖNSÖZÜ
Kelime-i tevhid, tevhid inancını ifade eden cümle demektir. Tevhid inancı, bütün ilâhî dinlerin özünü teşkil eder. Ne var ki, İslam öncesi ilâhî dinler bu özelliklerini koruyamamışlardır. Bunun içindir ki, Allah Teâlâ, Kur’ân’da İslam’ı hak din olarak kabul etmeyen Yahudi ve Hıristiyanları ortak bir kelime olarak bildirdiği kelime-i tevhitte birleşmeye dâvet etmektedir.
İslâm dinine girmek isteyen kimsenin yapması gereken ilk şey, kelime-i tevhidi içtenlikle benimsemesidir. Müslüman aileler, yeni doğan çocuğun ilk duyacağı şeyin kelime-i tevhid olmasını isterler ve bunun için çocuğa isim konulurken kulağına kelime-i tevhid fısıldanır. Her mü’minin yaşadığı müddetçe sık sık kelime-i tevhidi söyleyerek imanını her türlü şüpheden uzak tutar ve kalbi, gerçek huzura onunla kavuşur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), son sözü kelime-i tevhid olan kimsenin cennete gireceğini ve âhiret saadetine kavuşacağını müjdeler. Bu müjdeye nâil olabilmek için ölüm döşeğindeki hastalara kelime-i tevhidi söylemesi telkin edilir.
Kelime-i tevhidin aslı, “Lâ ilâhe illâllah Muhammedün Rasûlullah” cümlelerinden ibarettir. Kelîme-i tevhid, inanç esaslarının ve dolayısıyla dinin özünü oluşturan iki temel üzerine kurulmuştur. Bunların ilki, Allâh’ın yüceliğini ve birliğini; ikincisi de O’nun insanlarla münasebetini sağlayan nübüvveti vurgulamaktadır. Kelime-i tevhid gramer açısından incelendiğinde önce lâ olumsuzluk edatı ile hiçbir tanrının bulunmadığı, sonra da sadece bir ve gerçek ilâh olan Allâh’ın varlığının ispat edildiği görülür. Bu ise tevhid ilkesinde öncelikle şirke sebebiyet verecek inançların geçersiz hâle getirilmesi, ardından ispatın gerçekleştirilmesinin gerektiğini gösterir.
Abdülkerim eş-Şehristanî, Allah inancının her insanda fıtraten mevcut olduğunu, fakat bu inancı tevhid inancı doğrultusunda geliştirilmesinin ve muhafaza etmenin her insan için en önemli bir görev ve sorumluluk konusu olduğunu bildirmektedir. İnsanlar bir şekilde herhangi bir varlığı ilâh edinmek durumundadırlar. İnsanlık tarihi de açıkça bunu kanıtlamaktadır. Fakat önemli olan, sıradan bir Allah inancına sahip olmak değil; Kur’ân’da Allah Teâlâ kendini nasıl tanıtmışsa o şekilde inanmaktır.
Bu açıdan bakıldığında esasen Hz. Peygamberin Mekke toplumuna Allâh’ın varlığını ispatlama gibi bir görevi üstlenmediğini, aksine insanları tevhid inancına dâvet ettiğini görmekteyiz. İşte bu mücadelenin sembolik ifadesi kelime-i tevhiddir.
İnsan için fıtratında var olan Allah inancını tevhid üzere sürdürebilmek en büyük görevdir. Akl-ı selîm olanlar, akıllarıyla bu gerçeği kavrayabilirler. Fakat Allah Teâlâ insanı bu zor görev karşısında aklıyla baş başa bırakmamış, bir lütuf olarak ilk insan Hz. Âdem’den itibaren Hz. Muhammed (s.a.v.)’e kadar her topluma pek çok peygamber göndermiştir. Buna rağmen her çağda insanların önemli bir kısmı ya tenzihte veya teşbihte aşırıya kaçarak tevhid inancından uzaklaşmışlardır. Tenzihte aşırıya kaçanlar, genellikle Allâh’ı varlığı yarattıktan sonra onunla alakasını kesmiş, ancak darda kaldığı zaman insanın kendisine yönelip duâ ettiği sembolik bir varlık haline getirmişlerdir. Teşbihte aşırıya kaçanlar ise, Allâh’ı güçlü bir insana veya benzeri bir varlığa benzettikleri için onlar da Allâh’ı sıradan bir varlığa indirgemektedirler. Bu durum putperestliğe kadar varmaktadır. Kelime-i tevhid, işte bu ulûhiyet tasavvurunda ortaya çıkan yanlışlıkları bertaraf etmektedir.
Kelime-i tevhid ile ilgili olarak birçok risale kaleme alınmıştır. Bunların bir kısmı kelime-i tevhidi ağırlıklı olarak gramer açısından incelemiş ve bu sırada ulûhiyyetle ilgili meseleler hakkında genel bilgiler vermişlerdir. Bazıları doğrudan bir akaid kitabı niteliği taşımaktadır. Fahreddin er-Râzî’nin “Esrâru’t-Tenzil ve Esraru’t-Te’vil” adlı, çevirisini sunduğumuz ve Kelime-i Tevhidin Sırları olarak isimlendirdiğimiz bu eseri, yukarıda zikrettiğimiz kelime-i tevhidin farklı özelliklerini konu edinen eserlerin pek çok özelliğini kapsamaktadır.
Çeviride Ahmed Hicâzî es-Seka’nın tahkik ettiği ve 1412 / 1992’de Dâru’l-Ciyl (Beyrut) tarafından yayınlanan eseri dikkate aldık. Metne bağlı kalmaya özen gösterdik. Metnin daha iyi anlaşılması için tarafımızca yapılan ilâveleri [..] içerisinde gösterdik. Ayrıca anlaşılması zor olan bazı yerleri dipnotlarla açıkladık. Âyetlerin sûre ve âyet numalarını ve hadîs-i şerîflerin kaynaklarını belirledik. Mevcut hâdis kaynaklarında bulunamayan ancak müellifin hâdis olarak verdiği ibârelere dipnot olarak “kaynağına ulaşılamamıştır” kaydını koyduk.
Mutlak kusursuzluk Allâh’a aittir. Biz çeviride hata yapmamak için azami gayreti gösterdik, muhtemel eksik ve kusurların tarafımıza iletilmesinden memnuniyet duyacağımızı bildirir, bu mütevâzi çalışmamızın Kelime-i Tevhidin, dolayısıyla da tevhid akâidin, daha iyi anlaşılmasına vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ederim.
Prof. Dr. İbrahim Coşkun
KONYA 2014
Değerlendirmeler
Henüz değerlendirme yapılmadı.